Vergilendirme Yetkisinin Sınırları ve Çifte Vergilendirme Sorunu

Devlet  egemenliğinin mali alandaki yansıması vergilendirme yetkisidir. Vergilendirme yetkisinin, birden çok ülkeyi ilgilendiren ekonomik ve ticari işlemlerden doğan gelirlerin vergilendirilmesinde, hangi sınırlar içinde kullanılabileceği çokça tartışılan konulardan birisidir. Bu noktada ortaya çıkan sorunların en aza indirilebilmesi için vergilendirme yetkisinin ülkeler tarafından diğer ülkelerle uyumlu bir şekilde ve belli ilkeler esas alınarak kullanılması gerekmektedir. Bu itibarla vergilendirme yetkisinin sınırları, mülkilik ve şahsilik ilkeleri olarak bilinen temel kurallar çerçevesinde şekillenmektedir.

Mülkilik ilkesine göre vergi kanunları ülkedeki vatandaşlar ile yabancı bütün kişilere uygulanır. Vergiyle ilgili işlemlerin vergilendirilmesinde bu işlemi gerçekleştiren kişinin uyruğunun bir önemi yoktur, yerel vergi kanunları vatandaş ya da yabancı ayırımı yapılmaksızın ülkedeki herkese uygulanır.

Şahsilik ilkesi ise mülkilik ilkesinin aksine işlemlerin vergilendirilmesinde kişilerin uyruğunu dikkate alır. Bu ilkeye göre bir ülke vatandaşının ülkenin milli sınırları içinde yaşaması ya da yurt dışında yaşamını sürdürmesi önemli değildir. Dünyanın neresinde ikamet ederlerse etsinler kişiler elde ettikleri bütün gelirler üzerinden vatandaşlığında bulundukları devlet tarafından vergilendirilirler.

Her iki ilkenin de tek başına benimsenerek uygulandığı hallerde çifte vergilendirme sorunu başta olmak üzere vergi adaleti açısından sakıncalı durumlar ortaya çıkmaktadır. Bu nedenlerle günümüzde vergide adaletin sağlanması bakımından karma bir yaklaşım benimsenerek hem mülkilik ilkesi hem de şahsilik ilkesini esas alan kurallar geliştirilerek uygulanmaktadır.

Bu ilkeler ışığında vergilendirme yetkisinin kullanımına ilişkin olarak çifte vergilendirmenin önlenmesi amacıyla vergi mevzuatımızda çeşitli düzenlemelere yer verilmiştir.

Bunlardan en önemlisi Gelir Vergisi Kanunu ile Kurumlar Vergisi Kanununda gerçek kişiler ile kurumlar bakımından ayrı ayrı tam ve dar mükellef tanımlamalarının yapılmış olmasıdır. Vergileme yetkisinin kullanımına ilişkin sınırlar bu kavramlar üzerinden belirlenmiştir. Bu çerçevede, ikametgâhı Türkiye’de bulunan veya ikametgâhı Türkiye’de bulunmasa dahi bir takvim yılı içinde devamlı olarak Türkiye’de altı aydan fazla oturan gerçek kişiler ile kanuni veya iş merkezi Türkiye’de bulunan kurumlar tam mükellef olarak kabul edilerek, yurt içinde ve yurt dışında elde ettikleri kazançların tamamı üzerinden Türkiye’de vergilendirilmeleri öngörülmüştür. Buna karşın ikametgâhı Türkiye’de bulunmayanlardan bir takvim yılı içinde devamlı olarak Türkiye’de altı aydan fazla oturmayan gerçek kişiler ile kanuni ve iş merkezlerinden her ikisi de Türkiye dışında bulunan kurumlar dar mükellef olarak kabul edilmiştir. Dar mükelleflerin sadece Türkiye’de elde ettikleri kazanç ve iratları üzerinden ülkemizde vergilendirilmesi esası benimsenmiştir.

Çifte vergilendirmeyi önleyici diğer bir düzenlemeye hem Gelir Vergisi Kanununun 123 üncü, hem de Kurumlar Vergisi Kanununun 33 üncü maddelerinde yer verilmiştir. Buna göre mükelleflerin yabancı memleketlerde elde ettikleri kazanç ve iratlardan mahallinde ödedikleri benzeri vergiler, Türkiye'de tarh edilen gelir ve kurumlar vergisinden indirilebilmektedir.

Çifte vergilendirmenin önlenmesinde diğer ülkelerle imzalanan çifte vergilendirmeyi önleme anlaşmaları da önemli bir yere sahiptir. Ülkemizin bugüne kadar diğer ülkelerle akdettiği çok sayıda çifte vergilendirmeyi önleme anlaşması bulunmaktadır. İmzalanan bu anlaşmalarla vergileme yetkisi yerleşik olunan ülkeye veya gelirin elde edildiği kaynak ülkeye bırakılmış, bazı hallerde de ülkeler arasında paylaştırılmıştır.

Bütün bu çaba ve düzenlemelere rağmen, vergilendirme yetkisinin sınırları ile gelir unsurlarının çifte vergilendirilmesi konusunda yaşanan sorunların tam anlamıyla aşıldığı söylenemez. Sorunların aşılmasında vergisel konularda görev üstlenen özellikle OECD ve Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kuruluşların ülkeler arasında işbirliği ve eşgüdümü sağlamak amacıyla yürüttükleri çabalarını artırarak devam ettirmesi faydalı olacaktır.

Tamer Aksoy

Uzman Hakkında

Dr. Öğretim Üyesi Hüseyin Işık
Vergi

1968 yılında İzmir Menemen’de doğan Hüseyin Işık, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat Bölümü’nü bitirdi. Colorado Üniversitesi’nde ekonomi dalında yüksek lisans derecesi aldı.

İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Mali Hukuk Ana Bilim Dalı’nda “Çok Uluslu Şirketlerde Örtülü Kazanç ve Örtülü Sermaye” konulu tez ile doktor unvanını elde etti. Bu tez 2005 yılında aynı başlıkla Maliye Bakanlığı Yayınları arasındaki yerini aldı. “Uluslararası Vergilendirme” başlıklı kitabı 2014 yılında yayımlandı. Yıldız Teknik Üniversitesi ve Hacettepe Üniversitesi’nde Kamu Maliyesi, Para Teorisi ve Para Politikası dersleri, İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde Vergi Hukuku dersleri verdi.

Meslek yaşamına Maliye Müfettiş Yardımcısı olarak 1989 yılında Maliye Teftiş Kurulu’nda başlayan Işık, Maliye Müfettişliği, Maliye Başmüfettişliği, Bütçe ve Mali Kontrol Genel Müdürlüğü Daire Başkanı ve Genel Müdür Yardımcılığı ile Türkiye OECD (Paris) Daimi Temsilciliği Maliye Müşavirliği görevlerinde bulundu. 2017 Temmuz ayından itibaren İzmir Ekonomi Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tam zamanlı öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı.

Uluslararası vergi hukuku, uluslararası vergi sistemindeki değişimlerin Türk vergi sistemine etkileri ve Türkiye’nin uyumu ile dijital ekonominin vergilendirilmesi alanlarında çalışmalarını sürdürüyor.
Evli ve iki çocuk babası olan Işık; iyi derece İngilizce, orta derece Fransızca biliyor.

Tüm Uzmanlar
Uzmanın Diğer Makaleleri