Her yıl Yerli Malı Haftası kutlanmakta, ilkokullar başta olmak üzere çocuklarımıza yerli malı kullanmak ya da tüketmek gerektiği, böylelikle yurdumuzun kazançlı çıkacağı öğretilmeye çalışılmaktadır. Maalesef bu haftanın öneminin son zamanlara kadar yeterince çocuklarımıza geçirilebildiğini söylemek zor. Ancak son dönemde “yerli ve milli” ve “yerli malı” kavramlarının önemi sıkça gündeme oturmakta. Yerli malına özendirici düzenleme ve uygulamalar da hızla yürürlüğe konulmakta.
Peki nedir Yerli Malı Haftası, ne anlama gelmektedir, neden önemlidir? Milli eğitim müfredatı gereği okullarda kutlanması gereken ve biraz fındık biraz da üzüm ile geçiştirilebilen bir etkinlik olarak mı görmek lazım? Yoksa yerli malı kullanımı, halkın tüm kesimlerinin tüm yıl boyunca kalpten desteklemesi gereken bir milli politika mıdır?
Dış ticaret uygulamalarında yer alan bizlerin, herkesten önce daha farklı yaklaşması gerekir yerli malı kullanımına. Bizler, her ithal malı girişinin karşılığında bir şeylerin çıkmakta olduğunu bire bir yaşar, gözümüzle görürüz. Bizlere en başta öğretilen temel, basit bir ders vardır: Eşya gelir, para çıkar; eşya çıkar, para gelir. Çıkan şey nedir aslında; çıkan şey ülkemizin kaynakları, çalışanın alın teri, yatırımların sermayesidir yeri geldiğinde.
Konuyu daha iyi anlamak için yerli malı tüketiminin teşvik edilmesinin kaynağına inmekte fayda var. Ülkemizin daha yeni kurulduğu yılları takip eden 1929 yılında başlayan dünya ekonomik krizi, gelmiş geçmiş en güçlü küresel krizlerden biridir. Krizin yıkıcı boyutu, “1929 buhranı” olarak adlandırılmasından da anlaşılabilir. Ülkemiz bu krize Lozan Antlaşması’nın bağımsız gümrük tedbirleri alınmasını engelleyen, dolayısıyla etkili bir himaye politikası izlenmesini de önleyen hükümleri için belirlenen sürenin dolduğu tam da 1929 yılında yakalanmıştır. Elde edilen bağımsız politika uygulayabilme özgürlüğü ile birlikte, kriz karşısında ülkenin bu buhranı en az zararla atlatması ve ödemeler dengesinde açık vermemesi adına önlemler alınmış; öncelikle 1499 sayılı “Gümrük Tarifesi Kanunu” uygulanmaya başlanmış, böylece iç sanayiyi koruma altına alacak dış ticaret tedbirleri alma imkânı doğmuş ve uygulama imkânı bulmuştur. Bununla birlikte ithalatı lisansa, kontenjanlara bağlayan ve yurt dışına para çıkartmayı yasaklayan düzenlemeler getirilmiş; 1931 yılında yürürlüğe giren 1873 sayılı Milli İktisadiyatımızı Koruma Kararnamesi ile İktisat Vekili Celal Bayar’ın söylemi ile “malımızı alanın malını alma ilkesi” uygulanmış; 1931 yılı Kasım ayında da kota listeleri ilan edilmeye başlanmıştır.
Bu hukuki düzenlemelerin yanı sıra en üst düzeyde önem verilerek bir başka uygulamaya daha gidilmiştir. Bunlar; aşırı ithalatın önüne geçmek ve ülke tasarrufunu artırmak adına psikolojik faktör olarak adlandırılabilecek, halkın tüketim eğilimlerini etkileyerek Türk malı kullanmaya sevkedilmesine yönelik çalışmalardır. Bu anlamda bir yandan israfla mücadele ederek tasarrufu teşvik etmek, diğer yandan yerli malların tanıtımını ve kullanımını özendirmek için Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti, Atatürk’ün ilgisi, desteği ve himayesi altında 12 Aralık 1929’da TBMM Başkanı Kazım Özalp başkanlığında kurulmuş; Kazım Özalp, Hasan Saka, Celal Bayar, Saffet Arıkan, Fuat Omay, Rahmi Köken, Hakkı S. Tarı, Mahmut Soydan gibi dönemin devlet ve siyaset adamları da cemiyetin kurucuları arasında yer almışlardır. Cemiyetin kuruluş gününde, dönemin Başbakanı İsmet İnönü, TBMM kürsüsünden toplumsal dayanışmanın ve kendi gücüne güvenmenin önemine, “Her şeyden evvel vatandaş ve devlet olarak birbirimize güvenerek, birbirimize yardım ederek ve dayanarak bu yeni mücadeleyi; milli para, milli iktisat, milli tasarruf mücadelesini ne olursa olsun başaracağımıza güven duymalıyız.” sözleriyle dikkat çekmiştir.
Cemiyet bu kapsamda yıllarca tasarruf ve yerli malı haftaları düzenleyerek halkı tutumlu yaşaması ve yerli malı tüketmesi için bilinçlendirmeyi ve bu sayede ekonomik politikaya halkın katkısını sağlamayı amaçlayan kampanyalar yürütmüş, önemli sonuçlar da elde etmiştir. Söz konusu kampanyaların temel amaçlarını şu şekilde sıralamak mümkündür:
- Tüketimi yerli mallara yöneltmek.
- İthalatı azaltmak, dış ticaret açığını azaltmak ve TL’nin değerindeki düşmeyi önlemek.
- Yerli üretimi canlandırmak.
- İhraç edilebilecek mal fazlaları yaratmak.
- Yatırımlar için sağlıklı kaynak sağlamak suretiyle kalkınmayı hızlandırmak.
- Küçük tasarrufları, yatırım sermayesine dönüştürebilmek için bir finansal alt yapının kurulmasını sağlamak.
Bu uygulamaların 1930’lu yıllarda ülkenin tüketim yapısının biçimlenmesinde, finansal alt yapının kurulup geliştirilmesinde ve hızlı bir ekonomik kalkınmanın gerektirdiği fonların yaratılmasında önemli katkıları olmuştur. 1920’li yıllarda ithalatın çok büyük bir kısmını tüketim mallarının oluşturduğu görülürken uygulanan tüm bu tedbirlerin sonucunda, mal gruplarının dağılımında zaman içinde ikame yerli malı tüketimi ile birlikte tüketim malları ithalatında azalma olmuş; 1930-1933 yılları sonrası görülen ithalat hacmindeki genişlemede, en fazla yatırım malları ve hammadde ithalatının arttığı gözlemlenmiştir. Bu durum da, alınan yasal önlemlerin yanında yürütülen psikolojik faktörlerin etkinliğini ortaya koyan bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır.
Günümüze gelecek olursak; son on yılın (2008-2017) ihracatın ithalatı karşılama oranlarına baktığımızda, %56 ile %71,8 değerleri arasında bir dalgalanma ile yıllık ortalama %65,3 seviyelerinde gerçekleşmiş olduğu görülmektedir. Bu da bize, ithal ettiğimiz yabancı ürünlerin toplam değerinin yaklaşık üçte birine karşılık gelen ülkemiz kaynaklarının son on yılda yabancı ülkelere çıkmış olduğunu, dolayısıyla zaten çok zengin olmayan ülkemizin kaynaklarının toplam ithalatın üçte biri oranında yurt dışına çıkarak azaldığını anlatmaktadır. Söz konusu durumun oluşmasında, halkın tüketim tercihlerinin ithal mal eğilimli olması da önemli yer tutmaktadır.
Sonuç olarak unutmamak gerekir ki, dış ticaret dengesinde olumlu gelişme sağlamanın esas yolu ihracatı artırmaktır. Bununla birlikte ithal ikamesi kullanımını özendirmek gibi psikolojik faktörler de ithalatı azaltmak suretiyle ödemeler dengesini düzeltmede önemli destekleyici unsurlardır. Ülkemizin sınırlı kaynaklarını, çalışanımızın alın terini, geleceğe yönelik yatırımların sermayelerini yine kendi ülkemize faydalı hâle getirmek ve daha verimli olarak kullanmak adına; ihracat yönlü faaliyet göstermek, iç tüketimde yerli malı tercih etmek, ihracat ürünlerimizde de yerli girdi kullanmak, ayrıca çevremizi yerli malı kullanımı konusunda bilinçlendirip özendirmek gerekir. Bunlar, gerek dış ticaret açığını azaltmak ve Türk Lirası’nın dış değerindeki düşmeyi önlemek gerek dış ekonomik gelişmelere karşı çok kırılgan olan yerli üretimi canlandırmak gerekse yatırımlar için sağlıklı kaynak yaratmak ve yatırımların finansmanı için bir finansal alt yapının kurulmasını sağlamak açılarından elzemdir.
Levent ÖZKARDEŞ