Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) 31 Ekim tarihinde İstanbul'da düzenlediği enflasyon görünümüne dair toplantıda 2019 yılı enflasyonunda aşağı yönlü güncelleme yaptı ve yıl sonu beklentisi olan %13,9'u %12'ye çekti. Enflasyon beklentisinin aşağı çekilmesinde gıda fiyatları başta olmak üzere, kurdaki stabilite başrol oynadı. Gıda fiyatlarındaki yıllık artışın %30'un üzerinden %10'un altına gerilemesi kuşkusuz ki önemli bir gelişme. Bu durum çekirdek enflasyon göstergelerinin tek haneye dönmesine ve 12-24 aylık enflasyon beklentilerinin çıpalanmasına da yol açtı. Olumlu temel gelişmelere paralel şekilde kurun da faizlerle birlikte aşağıya doğru gelmesi, durumu daha da pozitif hâle getirdi diyebiliriz. Özellikle petrol fiyatlarının ABD'nin Ortadoğu'ya yönelik politikasıyla ilgili olarak baskılanması ve 50-60 dolar bandında tutulması, Fed'in de yeniden ABD Hazinesi’nin borçlanma takvimine göre ABD Doları’nın likidite sıkışıklığını aşacak şekilde piyasada repo işlemlerine başlaması yurt dışı rüzgâr açısından Türkiye'deki makro gelişmelerin arkasından esti. Yakın vadeli geçmiş açısından duruma baktığımızda; hemen hemen tüm olumlu olasılıkların gerçekleştiğini, küresel ticaret belirsizliğine ve yavaşlamaya rağmen makro dengelerde para politikasının destekleyici alanının oldukça iyi çalıştığını söyleyebiliriz. Dolayısıyla yurt içi ve yurt dışı pozitif gelişmelerin haziran ayından bu yana paralel çalışması, TCMB'nin enflasyon görünümüne dair daha iyimser olmasını gerektiriyordu ancak bu noktada önümüzdeki dönemde yukarı ve aşağı yönlü riskleri değerlendirmekte fayda var diye düşünüyorum. Şöyle ki:
Yurt dışında özellikle ABD tarafında hazinenin borçlarının 23 trilyon doları geçmesi ve bütçe açıklarının 1 trilyon dolar seviyesinde olması, ABD büyümesi ve küresel büyüme açısından önemli bir handikap. Fed'in faiz indirimlerine devam ederek bu belirsiz ve çıpasız bütçe açıklarına destek olması, 2020 yılı seçim dönemine girilirken ABD iç siyasetindeki kamplaşmanın daha da belirginleşmesi, ABD-Çin ticaret görüşmelerinin Trump'ın iç siyaset malzemesine dönüşmesi ve Trump'ın piyasa endeksli manipülatif yaklaşımı, ABD Hazinesi’nin borçlanma takviminin piyasaya likidite enjekte edecek hâle dönüşerek varlık fiyatlarını şişirmeye devam etmesi, Fed'in bilançosunun yeniden 4 trilyon doları geçmesi gibi gerçekler şu ana kadar oldukça iyimser olarak algılandı ve fiyatlandı. Küresel oynaklık seviyeleri de keza tüm bu ana risklerin bir şekilde para politikası ve ABD Doları likiditesi ile çözüleceğine dair oldukça iyimser bir hava içerisinde. Bu durumda durup yeniden düşünmek gerekebilir; zira gerçekler en az bir sene daha böyle devam edecek görünürken, ABD piyasaları daha da iyi neyi satın almak ister? Neyi daha optimist fiyatlar?
Yurt içinde ise TCMB basın toplantısında sürekli dile getirilen konu, swap'lar ve Merkez Bankası rezervleriydi. Mart 2019'da Londra off-shore swap piyasasında yaşanan spekülatif faiz hareketleri sonrası, güncel durumda gecikmeli (aylık) olarak açıklanan TCMB swap hareketleri ile TCMB'nin net rezervlerine dair şeffaflık eleştirisi getirildi ve bankanın Borsa İstanbul piyasasına yönelen swap işlemlerinin tıpkı Açık Piyasa İşlemlerinde (APİ) olduğu gibi günlük olarak raporlanması üstü kapalı eleştirildi. TCMB'nin bu aksiyonlarına dair eleştiriler, işler yurt içinde ve yurt dışında düşük riskle gittiğinde problem yaratmayacak olsa da olası ters durumda ciddi piyasa ve makro risklerin önünü açabilir, başta kur üzerinden tüm yeniden dengelenme sürecindeki kazanımları azaltabilir.
Sonuç olarak mayıs ayından bu yana yaşadığımız kur, likidite, swap hareketleri ve faiz gevşemesi, iyimser senaryoların ağırlıklı satın alındığını gösteriyor kanımca. Daha da iyisi olabilir mi? Pek tabii olabilir ancak limitlidir kanısındayım. Faizlerin aşağı yönlü yeri biraz daha olabilir, TCMB aralık ayında bir kez daha faiz indirimi yapabilir, kur 5,50-5,60 bölgesine kadar çekilebilir, TL’deki oynaklık biraz daha düşebilir ancak yurt dışındaki belirsizliklerle dolu ters yönlü risklerin de iyi analiz edilmesi özellikle 2020 ilk yarıyılı açısından kritik önemde diye düşünüyorum.
Dr. Öğr. Üyesi K. Dağhan Gökçe