Küresel Değişim, Arayışlar ve Kopuş Rüzgârları

Rusya-Ukrayna savaşını ve Putin’in Pandora’nın kutusunu açışını askeri yönden önce iktisadi, siyasi ve sosyal sebeplerle irdelemek, anlamak gerekli zira dezenflasyonist baskı altında kalan ABD Merkez Bankası (Fed) ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) bu düzeni, kantitatif genişlemeyi (QE) makro ve mikro düzeyde başta Çin olmak üzere Asya’dan sağlanan ucuz iş gücü, düşük maliyetli üretim ve düzenli işleyen arz zinciri sayesinde sürdürebiliyordu. Bu sayede alım gücü yüksek iki önemli ekonomik bölge olan ABD ve Avrupa enflasyonu baskı altında tutabiliyor, ABD Doları ve Avro’nun rezerv para birimi özelliğini koruyabiliyor, resesyon riski oluştuğunda bilanço genişlemesi ile para tabanını yükseltebiliyor, en nihayetinde halklarının refah seviyelerini koruyabiliyordu. Globalleşmenin, küresel düzenin, ticaret ve sermayenin bu şekilde çift yönlü Doğu-Batı akışı demokrasi, özgürlük, kalkınma-gelişme, bilim ve ilerleme gibi sosyolojik olguların da işleyişini sağlıyor, böylece tüm dünyaya, tüm siyasi yönetim biçimlerine örnek teşkil ederek entelektüel sermayenin de Batı’ya doğru tek yönlü akışını destekleyebiliyordu.

21. yüzyılın başlangıcı ile hızla gelişen teknoloji, internet devrimi, bilginin muazzam bir hızda yayılması ve paylaşılması ile II. Dünya Savaşı sonrası düzen yavaş yavaş etkilenmeye başladı. Bir yandan bir önceki yüzyılın kurulu düzenine dair gerçekler, dengesizlikler, eşitsizlik ve adil olmayan dağılım iyiden iyiye gün yüzüne çıkarken, diğer yandan bireylerin, toplumun, halkların bilgi, veri yoğunluğu ile aydınlanmaya başladığına şahit olduk. Makro-ekonomik açıdan ise devasa Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne girişi ile Doğu-Batı arasında iktisadi açıdan farklılıkların azalmaya başladığını gördük. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) tümden dağılması ile de ideolojinin tek bir kutba doğru evrildiğini ve bu sayede artık siyasi ideolojilerin, kavramların, tutumların yekten bir hâle bürüneceğini işitmeye başladık. Ancak 11 Eylül olayları ile başlayan süreçte ABD’nin demografik, ekonomik ve askeri gücünün küresel arenada tek olmak adına atmaya başladığı adımlar Fas’dan Çin Seddi’ne kadar üç eski kıtanın (Avrupa, Asya ve Afrika) denge merkezinde Büyük Orta Doğu projelerini, gıda ve enerji fiyatlarında aşırılığı, piyasalarda derin çalkantıları ve nihayetinde sosyal hareketleri beraberinde getirdi. Aslında etki-tepki adına planlanmaya çalışılan 20. yüzyıldan kalma ABD menşeli düşünce ve yönetişim tarzı 21. yüzyıl internet ve teknoloji devrimi ile paradigmasal değişimler yarattı, değişim taleplerini beraberinde getirdi, değişimin tabana yayılmasının önünü açtı ve gelir dağılım piramidinin katmanlarının yönetimini daha zor hâle getirdi. Yönetimin daha zorlaştığı yerde seçenekler giderek daraldı ve iki farklı yönde marjinalleşen hem ekonomik hem de siyasi-sosyolojik yapı neo-liberal yaklaşımın diyalektiğini oluşturacak bir yapıya bürünmeye başladı, hâlâ da bürünmeye çalışıyor. Bahsettiğimiz bu gerçeklik ve değişim sancıları piyasa ekonomisi açısından alternatifsiz görünürken, siyasi ve sosyal açından hâlâ arayışlarını sürdürüyor.

Tam da bu noktada yani 21. yüzyılın ilk 10 yılını geride bıraktığımız dönemde Çin’in Kuşak ve Yol (OBOR) açılımı devreye girdi. Çin piyasa mekanizmasını temel alarak ulaştığı ekonomik büyüklüğün nüfuz alanlarını genişletecek hamleler atmaya başladı. Bu hamleler 21. yüzyıl paradigmaları açısından ve serbest piyasa mantığı gereği yerinde görünmesine karşın 20. yüzyıl bakış açısı ve 1945 düzeni açılarından yeni bir rekabetin ayak sesleriydi. Bu rekabetin ekonomik yani ABD-Anglosakson hegemonyası açısından sadece sacayağının bir parçasıydı, askeri, teknolojik, liberal taraftan da desteklenmeliydi. Çekişme ve rekabet alanları yavaş yavaş su yüzüne çıkarken NATO doğuya doğru, SSCB'den kalma alanlara doğru genişlemeye devam etti, Rusya Kırım'ı ilhak etti ve 17. yüzyıldan bu yana ana emeli olan sıcak denizlere resmen Suriye savaşı ile inmiş oldu, Birleşik Krallık Avrupa Birliği’nden (AB) ayrıldı ve hiç şans verilmeyen Donald Trump ABD’de aşırı sağın da oylarını alarak Başkan seçildi.

Trump ilk iş olarak ABD adına göçmen yasalarını devreye aldı ve ABD-Çin arasındaki kota-gümrük tarife çekişmelerini başlattı. (Make America Great Again MAGA) Trump’ın bu hamlesi hem entelektüel sermayenin ve beyin göçünün önünü tıkadı hem de Çin’den ABD’ye doğru akan ucuz iş gücünün ve üretimin maliyetini artırmaya başladı. Bu değişiklik 2016-2017 döneminde dezenflasyonist küresel döngüye vurulan ilk darbeydi çünkü ABD Doları rezerv para birimi olarak sistemi yönetirken ve sermaye akımlarını çekerken, Ruslar başta AB’ye ucuz enerji sağlarken Çin ve Asya da kıyaslı ucuz iş gücünü, ürünlerini, arz zincirini besleyerek ucuz bir fabrika topluluğu şeklinde küresel çapta dezenflasyonist akışı destekliyordu. ABD ve Anglosakson dünya finansal merkez olarak sermaye akımlarını düzenlerken, yönetirken, maliyetlerin düşük kalmasını Rusya ve Çin sağlıyordu. Neo-liberal düşüncenin ve serbest piyasa mekanizmasının görünmeyen yüzü küreselleşmenin de temel taşlarını oluşturuyordu lakin Çin’in ekonomik hamlesine karşılık yine ekonomik önlemlerle geldi ve sadece ekonomik önlemlerle kalmadı. Trump, İran ile olan nükleer antlaşmadan çekildi ve Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdı, İsrail-Arap barış süreci İbrahim Antlaşmaları ile devreye alındı, Avustralya-Birleşik Krallık-ABD (AUKUS) arasında stratejik iş birliği yeni antlaşmayla tesis edildi, Hindistan'ın denge politikasına karşı yumuşak tavır sergilendi, Kuzey Buz Denizi ve Kuzey Kutbu çevresinde Rusya hariç diğer ülkelerle iş birliği sağlandı. (İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği Arktik bölge ve doğal kaynaklar açısından da ayrı bir önemde.)

21. yüzyılın ikinci 10 yılının sonlarına gelinirken ABD ve Anglosakson dünya başta ekonomik, askeri, teknolojik alanlar olmak üzere Batılı ülkelerle iş birliklerini güçlendirip sağlamlaştırırken, Rusya ve Çin kendi gündemlerini takip ediyor, ABD ve Anglosakson dünyanın hamlelerine karşı doktrinler, stratejiler üretmeye çalışıyordu zira 1945 sonrası kurulan uluslararası hukuk düzeni ve BM şartları çatışmasızlık üzerine düzenlenmişti. Tam da bu dönemde Covid pandemisi yaşandı ve 2016-2017 döneminden kalan değişim sancılarına küresel salgın tehdidi eklemlenerek tüm dünyayı etkilemeye başladı. Çin'in pandemiye karşı aldığı sert önlemler ve sıfır vaka politikası pandeminin küresel yayılımı ile birlikte zaten kırılgan hâle gelen arz-tedarik güvenliğini daha da olumsuz etkiledi. Çin'in pandemi politikası bir anlamda hem arz yönlü hem de talep yönlü olarak dezenflasyonist döngüye ve akışa vurulan ikinci darbe oldu. Çin aslında hem kendisini korumaya alıyor, içe dönüyor hem de ABD ve Anglosakson dünya üzerinden başlayan aşırı sağ akımlara karşı kendini savunmaya çalışıyordu. Bu tepkimeler sonucunda dezenflasyonist döngüye gelen ikinci darbe küresel ticaretin maliyetlerini yükseltmeyi sürdürdü ve hemen herkes için 2008 krizi sonrası fenomene dönüşen enflasyonsuz dünya enflasyon gerçeği ile yeniden yüzleşmeye başladı.

2022’ye doğru gelindiğinde pandeminin dünya genelinde hemen hemen aşılması ile tarihin akış süreci yeniden adeta içinde bulunduğumuz yüzyılın ikinci 10 yıllık dönemine geri döndü ve tam da bu esnada Rusya'nın Ukrayna'ya askeri hamlesi geldi. Rusya'nın Ukrayna hamlesi askeri bir hareket olarak görünse de iktisadi açıdan arkasında oldukça kritik gıda ve enerji güvenliğini tehdit eden bir unsur. Tüm bu gelişmeler dezenflasyonist döngüye vurulan üçüncü ve en ağır darbe diyebiliriz zira enerji konusu tasarruf önlemleri ve yeni yaklaşımlarla/projelerle yavaş yavaş da olsa giderilebilecek bir hususken, gıda güvenliği özellikle Fas’dan Çin’e kadar olan üç eski kıtanın ağırlık merkezinde oldukça kritik bir önem arz ediyor. Dezenflasyonist döngüden enflasyonist baskıya geçişin aşamaları olarak gördüğümüz tarihsel akışa başta rezerv para birimlerine sahip merkez bankalarınca en etkili silah olan faiz artışı ile karşılık verildiğini ve verilmeye devam edileceğini de düşündüğümüzde hepten küresel bir resesyon hatta stagflasyon riski ile baş başa olduğumuz gerçeğine ulaşıyoruz. Lakin bahsettiğimiz gerçeklik altında merkez bankaları artık bağımsız değil, kalamaz da… Çünkü paradigmasal değişim sancıları tüm bireyleri, halkları, toplumları, bölgeleri etkiliyor, dolayısıyla alınacak faiz kararları da iktisadi olmaktan çok iç politikanın belirlediği bir hâl almak durumunda kalıyor. Kanımca 2016-2017 döneminin tektonik gelişmeleri ve fay hatları tarihsel akışta daha da belirginleşirken, bu durumun merkez bankalarınca geçici görülmeye çalışılmasının izahı oldukça zor. Örneğin ABD’de işsizlik tarihi düşük seviyelerde ancak hem maliyet yönlü enflasyon baskısı var hem de göçmen yasası sebebiyle özellikle hizmet sektöründe iş gücü açığı oluşmuş durumda. Öte yandan Tayvan meselesi devrede, zira hâlâ bir çip krizi var otomotiv ve elektronik piyasasını yakında ilgilendiren (Mikro bazda Ukrayna Azovstal çelik fabrikası ve neon gazının Tayvan TSMC’ye tedariğinin önemi meselesi). Elektrikli araçların batarya konusu ayrı bir husus, iş dönüp dolaşıp lityum, kobalt, nikel, manganez, grafit gibi metallere ve minerallere dayanıyor. Arz tedarik güvenliği ile ilgili mikro bazlı listeyi daha da uzatabiliriz ancak 2016-2017 dönemiyle başlayan tektonik kırılmaların geçici olduğunu ve Fed faizlerinin %3,5’lara oturacağını ana senaryo olarak baz almak pek de mantıklı görünmüyor çünkü verdiğimiz örnekler geçici şoklardan öte adım adım ayrışan bir küresel yapının, yeni bir küresel düzen ihtiyacının, tedarik eden ile fonlayan ülkeler arası derin ayrışmaların ürünü. Bu sebeple faiz hamleleriyle fiyat istikrarının kalıcı şekilde sağlanmasından daha önemlisi Anglosakson dünya, G-7, G-20 gibi yapıların uluslarüstü boyutta birbirleri ile Birleşmiş Milletler gibi uluslararası hukuk sistemi üzerinde uzlaşı sağlayabilmesi ve Birleşmiş Milletler yapısının, otoritesinin, işleyişinin 21. yüzyıl iktisadi, siyasi ve sosyal gereksinimlerine göre uyarlanması.

Bretton Woods sisteminin ortaya koyduğu dezenflasyonist döngü, rezerv para birimi sistemi 21. yüzyıl teknolojik devinimi ve paradigmasal değişimi ile yürümekte zorlanıyor zira tüm dünya üretimden ticarete, yapay zekâ kullanımından teknolojik gelişime hemen hemen tüm bilgiye, veriye sahip olabiliyor ve günün, zamanın, mekânın gereksinimlerini kendi kendine karşılayabiliyor. Ayrıca küresel ısınma, kuraklık, doğal felaketler gibi konular da ekolojik dengenin korunması adına azami önem taşıyor. Bu ihtiyaçlar Batı ile Doğu, gelişmiş ile gelişen ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki iş birliğinin daha dengeli, adil olarak yürütülmesi gerekliliğini bir kez daha ortaya koyuyor. Kritik olan ana durum ise ihtiyaç ortadayken çözüme giden yolun zor yol mu yoksa kolay yol mu olacağı...

Sonuçta tarihsel akış doğal kaynaklar, hammadde, paylaşım konularını (Alsace-Lorraine, OPEC krizi gibi) her daim önümüze getiriyor. Uzay teknolojilerinden askeri sistemlere ve silahlara en temel hammadde gazlar, metaller ve mineraller bu arz zincirinin akışı/kopuşu baş edilmesi zor bir enflasyonist patikayı küresel bazda gündemimize taşıyor. Maalesef ki global koordinasyon eksikliği; ABD ve Anglosakson dünya ile Rusya-Çin arasında artan çekişme, Putin’in Pandora’nın kutusunu açması dolayısıyla günümüzün tarihsel akışı stokastik bir süreç olarak geçmişten bağımsız ilerliyor ve tüm dünya için belirsizlik yaratıyor.

Dr. K. Dağhan Gökçe

Uzman Hakkında

Dr. Öğr. Üyesi K. Dağhan Gökçe
Yatırım Danışmanlığı

Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden lisans derecesi, ABD California Eyalet Üniversitesi ve UC Berkeley ortak programından işletme-iş idaresi alanında yüksek lisans, yine Boğaziçi Üniversitesi’nden ekonomi ve finans alanında yüksek lisans derecesine sahiptir. Gökçe, İstanbul Üniversitesi'nde finans doktora çalışmalarını 2016 yılında tamamlamıştır. Bilgi Üniversitesi’nde matematik finans dersleri veren K. Dağhan Gökçe, Nisan 2021’den bu yana Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi İngilizce İşletme Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Bununla birlikte makro-ekonomi alanında global piyasaları günlük olarak İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve İspanyolca takip etmekte, global emtia piyasaları, hisse senetleri, vadeli ve türev piyasalar ile ilgili günlük yorumlarda bulunmaktadır. Boğaziçi Üniversitesi’nde risk yönetimi ve KOBİ danışmanlığı üzerine de çalışmalarda bulunmaktadır. Uzmanlık alanı politik-ekonomi, finansal yatırım ürünleri ve KOBİ risk danışmanlığıdır.

 

2002 yılında California İş Geliştirme Merkezi’nde Pazarlama Müdür Yardımcılığıyla başladığı kariyerine Fiat Auto’da Yedek Parça Ürünleri Pazarlama ve Satış Yöneticisi, makro ekonomi ve bölgesel gelişim alanlarında 23. Dönem TBMM Milletvekili Danışmanlığı, Hisar Şirketler Grubu’nda Finansal Yönetim, Forextraview dergisinde köşe yazarlığı, Turkey Tribune web sitesinde köşe yazarlığı ve yazarlık, Halkbank SMES Yatırım Danışmanlığı, Risk Turk’te Eğitim Danışmanlığı, Saxo Bank’ta Makro Ekonomist, Boğaziçi Üniversitesi’nde misafir öğretim üyeliği yaparak devam etmiştir. K. Dağhan Gökçe; Hisar Ev Aletleri ve Polathan Dayanıklı Tüketim şirketlerinde finans ve planlama sorumlusu, Turkey Tribune web sitesinde makro global ekonomi ve Merkez Bankası faaliyetleri ile ilgili köşe yazarıdır.

Tüm Uzmanlar
Uzmanın Diğer Makaleleri