Ülkemizde Corona virüs salgını kapsamında kısıtlayıcı bazı önlemlerin hayata geçirilmesi ile pek çok alanda olduğu gibi sözleşmelerin ifasında da sıkıntılar yaşanmaya başlandı. Taraflar arasında akdedilen sözleşmelerin ifasında yaşanan bu aksaklıklar, Corona virüs salgınının mücbir sebep olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği konusunu tartışmaya açtı.
Mücbir sebep, hukukta bir görevin, taahhüdün ve sorumluluğun yerine getirilmesine engel teşkil edebilecek nitelikte bulunan ölüm, iflas, hastalık, tutukluluk, deprem, sel, savaş, ayaklanma gibi kişilerin önceden öngörebilmelerine olanak bulunmayan ve bu nedenle önüne geçilmesi mümkün olmayan, dış etkiler sonucu meydana gelen fiili bir durumdur. Sözleşmeler açısından ise mücbir sebep, tarafların kontrolü dışında meydana gelen, ifa güçlüğü oluşturan ve bu sebeple de taraflara sözleşmeyi feshetme, kısmen veya tamamen ifadan kaçınma, askıya alma veya ifa için ek süre talebi öne sürme gibi çeşitli haklar tanıyan sebep olarak da tanımlanabilir.
Bu kapsamda Corona virüs salgınını mücbir sebep olarak kabul etmek mümkün olsa bile bunu tüm sözleşmeler açısından kesin olarak söylemek doğru değildir. Her bir sözleşme nezdinde somut olayın özellikleri dikkate alınarak konunun incelenmesi gerekir. Hukukumuzda ahde vefa ilkesi gereği sözleşme yapıldığı andaki gibi uygulanmalı ve ifası aynen gerçekleşmelidir. Ancak Corona virüs salgın hastalığı nedeni ile alınan tedbirler sözleşmelerin ifasında engeller ortaya çıkarıyor ya da ifayı imkânsız kılıyor.
Bu salgının sözleşmeler açısından mücbir sebep sayılması hâlinde sözleşme nedeni ile yüklenilen edimin tam ifa imkânsızlığı, kısmi ifa imkânsızlığı ve aşırı ifa güçlüğü gündeme geliyor.
Tam ifa imkânsızlığı Türk Borçlar Kanunu (TBK)’nun 136. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre borcun ifası, borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borç sona erecektir. Bu durumda borçlu, henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteyemeyecek ve karşı taraftan almış olduğu edimi de sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri vermekle yükümlü olacaktır. Ayrıca borçlunun tam ifa imkânsızlığı hükmünden faydalanabilmesi için ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmesi ve ifa edilmeyen borç nedeni ile doğacak zararın artmaması için gerekli tedbirleri alması gerekir.
Sözleşmenin ifasının kısmen imkânsız olması TBK’nın 137. maddesinde yer almaktadır. “Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle kısmen imkânsızlaşırsa borçlu, borcunun sadece imkânsızlaşan kısmından kurtulur. Ancak bu kısmi ifa imkânsızlığı önceden öngörülseydi taraflarca böyle bir sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, borcun tamamı sona erer.” hükmüne göre, sözleşmenin kısmen ifa edilememesi hâlinde borçlunun borcunun sadece bu kısmından kurtulması mümkün olacaktır. Fakat borcun ifasını engelleyen durum önceden öngörülseydi tarafların böyle bir sözleşme yapmayacağı açık ise borcun tamamı sona erebilecektir.
Aşırı ifa güçlüğüne ise TBK’nın 138. maddesinde yer verilmiştir. Bu madde ile “Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır.” düzenlemesi yapılmıştır.
Corona virüs salgını dolayısıyla borçlu aşırı ifa güçlüğü yaşıyorsa, söz konusu maddeye göre sözleşmenin yeni koşullara göre uyarlanmasını mahkemeden talep edebilir. Bu durumda hâkim, somut olayı kendiliğinden araştıracak ve uyarlamanın mümkün olması hâlinde taraflar arasındaki çıkar dengesine dikkat ederek sözleşmeyi yeniden belirleyecektir.
Eğer sözleşmenin uyarlanması mümkün değil ise sözleşmenin niteliğine göre sözleşmeden dönme veya fesih hakkı kullanılabilir. Sözleşmenin konusu taraflar arasında sürekli olmayan bir borç ilişkisine ilişkin ise sözleşmeden dönme hakkı kullanılabilecektir. Ancak sürekli borç ilişkisi doğuran, örneğin kira sözleşmesi gibi bir sözleşme mevcut ise sözleşmenin feshi TBK 138. maddesi birinci fıkrası hükmü gereği söz konusu olabilecektir.
Sözleşmenin uyarlanmasının mümkün olması hâlinde önce sözleşmede bu konuda bir düzenleme yapılıp yapılmadığına bakılır. Sözleşmede uyarlamaya ilişkin düzenleme yapılmamış ise Türk Borçlar Kanunu’nda yer alan uyarlamaya dair hükümler uygulanır. Uyarlama istenebilmesi için geçerli bir sözleşme bulunması, sözleşmenin yapıldığı sırada, taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durumun meydana gelmesi, ortaya çıkan bu olağanüstü durumun sözleşmenin ifasını güçleştirmesi ya da imkânsız hâle getirmesi, bu durumda borçlunun bir kusurunun bulunmaması ve borcun ifa edilememiş veya ifa güçlüğü nedeni ile hakları saklı tutularak ifa edilmiş olması gerekir. Sözleşmenin uyarlanması daha çok kira sözleşmesi gibi uzun süreli sözleşmelerde veya süreklilik arz eden borç ilişkilerinde söz konusudur. Uyarlama davasında, mahkemeler tarafından sözleşmenin değişen hâl ve şartlara intibakı değerlendirilerek, uyarlama yapılıp yapılmayacağına karar verilir. Uyarlamanın mümkün olmaması hâlinde, sözleşmeden dönme; sürekli borç doğuran sözleşmelerde ise örneğin kira sözleşmelerinde fesih hakkı kullanılabilir.
Sonuç olarak, Corona virüs salgınının sözleşmeler üzerindeki etkisi incelenirken; mücbir sebep teşkil edip etmediğinin her bir ticari ilişki ile sözleşmenin konusuna ve amacına göre ayrı ayrı irdelenmesi, ekonomik anlamda sözleşmelerin ifasına etkisi ile mücbir sebep ve Türk Borçlar Kanunu’nda yer alan ifa imkânsızlığı hâlleri kapsamında spesifik olarak değerlendirilmesi uygun olacaktır.
Av. Belgin AKSOY